Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, eğitim sisteminin eksiklerini tespit ederek iyileştirmek, zayıf yanlarını ortaya çıkararak geliştirmek, güncel ihtiyaçlara cevap vermek, sistemin verimliliğini artırmak ve istikrarını sağlamak için veri temelli çalışmaların büyük önem arz ettiğini söyledi.
Ali Yalçın, Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (EBSAM) hazırladığı “Eğitime Bakış 2020: İzleme ve Değerlendirme Raporu”nu Memur-Sen Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında açıkladı. Bir toplumun ahlakta olgunlaşmasının, adalette zirveye ulaşmasının, bilimde öncü olmasının, teknolojide yeniliklere imza atmasının, ekonomik düzlemde standartları yükseltmesinin ancak iyi planlanmış verimli bir eğitim sistemiyle mümkün olduğuna dikkat çekerek, “Bireylerin aldıkları eğitimin süresi ve kalitesi, iş gücü piyasasının şartları, ekonomik ve kültürel çevre, eğitimden sonra işe başlama sürecinde büyük bir etkiye sahiptir. Günümüzde ülkeler, öğrenciler için gerekli olan temel bilgi ve becerileri sağlamakla birlikte mezun olduklarında iş gücü piyasasına girmesini de temin edecek eğitim politikaları geliştirmektedir. Günümüz toplumlarında bireylerin aldıkları eğitim düzeyi yükseldikçe, daha yüksek istihdam oranlarına ve daha yüksek göreceli kazançlara sahip olma eğilimi söz konusudur. İster bireysel olsun, ister toplumsal veya ülke düzeyinde olsun eğitime zaman ve finansman ayırmak, beşeri sermayeye yapılan kıymetli bir yatırımdır” dedi.
Ülkelerin, eğitime yapılan yatırımların ne kadar etkili ve verimli sonuçlar verdiğini görmek için politikalarını ve uygulamalarını sürekli olarak izlediklerini ve değerlendirdiklerini kaydeden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğitim sisteminin eksiklerini tespit ederek iyileştirmek, zayıf yanlarını ortaya çıkararak geliştirmek, güncel ihtiyaçlara cevap vermek, sistemin verimliliğini artırmak ve istikrarını sağlamak için veri temelli bu çalışmalar büyük önem arz etmektedir. Kovid-19 salgını, ülkelerin bir kriz karşısında ne kadar hazırlıklı olduklarını, sorunları çözme becerilerini test etmiş ve bütün boyutlarıyla sürdürülebilir bir eğitim sistemini tesis etmenin önemini göstermiştir. Hem ülkemizin hem de diğer ülkelerin eğitim sistemlerinin beşeri, fiziki ve teknolojik nitelikleri, yeni durumlara hazır olma ve çözüm geliştirme becerileri çok net bir şekilde görülmüştür. Bu raporlar, eğitim sistemini sistematik olarak izlemenin ve değerlendirmenin yanı sıra, özellikle kriz ve salgın dönemlerinde hızlı alınması gereken kararlara ve atılması gereken adımlara yardımcı olması bakımında bir kat daha değer kazanmıştır.”
Türkiye’de eğitimin mevcut durumunu ortaya koymak amacıyla bu yıl beşincisini yayımladığımız Eğitime Bakış 2020: İzleme ve Değerlendirme Raporu ile sistematik olarak Türkiye eğitim sistemini çeşitli göstergeler açısından ayrıntılı bir şekilde veriye dayalı olarak izlediklerini ve değerlendirdiklerini dile getiren Yalçın, “Eğitime erişim ve katılım, eğitimin çıktıları, öğretmenler ve okul müdürleri, eğitim-öğretim ortamları ve finansman olmak üzere Eğitime Bakış Raporumuz beş ana bölümden meydana gelmektedir. Her ana bölümde farklı göstergeler bulunmakta olup toplamda ise 23 gösterge yer almaktadır” şeklinde konuştu.
17 yaş grubunda OECD ülkeleri arasında okullaşma oranının en düşük olduğu ülkelerden biriyiz
2019-2020 öğretim yılında yükseköğretim hariç tüm eğitim kademelerinde toplam öğrenci sayısının 18,2 milyona ulaştığını, genel ortaöğretime 626 bin, mesleki ve teknik ortaöğretime ise 443 bin öğrencinin yeni kayıt yaptırdığını belirten Yalçın, “5 yaş grubunda net okullaşma oranı yüzde 75, 6-9 yaş grubunda yüzde 98, ortaokul kademesinde yüzde 99, 14-17 yaş grubunda ise yüzde 90 düzeyindedir. Ortaöğretimde il bazlı erişimdeki eşitsizlik cinsiyet temelli olarak var olmaya devam etmektedir. Türkiye halen 17 yaş grubunda OECD ülkeleri arasında okullaşma oranının en düşük olduğu ülkelerden biridir. 2019 yılında 18-21 yaş grubunda en az lise mezunu olma oranı erkeklerde yüzde 63,9, kadınlarda yüzde 69,5 ve toplamda yüzde 66,7’dir. Türkiye’de yıllar içinde ortaöğretim mezun oranı artmasına rağmen 25-34 yaş arası nüfusun en az lise mezunu olma oranı OECD ülkeleri ortalamasından oldukça düşüktür. 2019 yılında genel ortaöğretimde 284 bin erkek, 310 bin kız, meslekî ve teknik ortaöğretimde ise 235 bin erkek, 220 bin kız mezun olurken, ortaöğretimde toplamda mezun sayısı 1 milyonu aşmıştır” ifadelerini kullandı.
Ali Yalçın, Türkiye’nin, PISA 2018’de 78 ülke ve ekonomi arasında okuma alanında 466 puan ile 40. sırada, matematik alanında 454 puan ile 42. sırada, fen alanında da 468 puan ile 39. sırada yer aldığını kaydederek, şöyle devam etti: “Türkiye, 37 katılımcı OECD ülkesi arasında okuma alanında 31, matematik alanında 33 ve fen alanında 30. sırada yer almıştır. Türkiye’nin PISA 2018 uygulamasında her üç alandaki ortalama puanları hem bölgelerarası hem de okul türlerine göre önemli ölçüde farklılaşmaktadır.”
Yükseköğretime yönelik arz ve talep arasındaki makas açılıyor
Son 10 yılda yükseköğretime geçiş sınavına başvuran aday sayısının yüzde 42, yerleşen aday sayısının ise yüzde 17 arttığını söyleyen Yalçın, “Bu durum, yükseköğretime yönelik arz ve talep arasındaki makasın iyice açıldığını göstermektedir. Son sınıf düzeyinde sınava başvuranların yüzde 32’si, toplam başvuranların yüzde 38’i bir yükseköğretim programına yerleşmiştir. Ortaöğretimden mezun sayısının bir milyonu aştığı dikkate alındığında yükseköğretime geçiş sınavlarına başvuranların sayısının daha da artması ve sistem üzerindeki baskının daha çok artacağı tahmin edilmektedir” diye konuştu.
OECD ülkelerinde 2009-2019 arasında ne istihdamda ne eğitimde olanların oranının (NEET) yüzde 18,7’den yüzde 15,2’ye; Türkiye’de ise yüzde 48,1’den yüzde 33,3’e düştüğünü ifade eden Yalçın, Türkiye’nin NEET oranını on yılda önemli ölçüde azaltsa da 2019 yılı verilerine göre ne istihdamda ne eğitimde olanların oranının hâlâ en yüksek ülke olduğunu dile getirdi.
2019-2020 öğretim yılında 99 bini okul öncesinde, 638 bini ilköğretim kademesinde, 381 bini ortaöğretim kademesinde olmak üzere toplamda 1 milyon 118 bin öğretmenin görev yaptığına işaret eden Yalçın, “Kadın öğretmen oranı yüzde 59’a yükselmiş ve artmaya devam etmektedir. Bu artışa rağmen Türkiye kadın öğretmen oranı bakımından tüm kademelerde OECD ülkeleri arasında en düşük ülkelerden biridir. OECD ülkeleri arasında 30-49 yaş arası öğretmen oranı en fazla olan ülke yüzde 70 ile Türkiye olup OECD ortalaması olan yüzde 54’ün oldukça üzerindedir” dedi.
‘Atama bekleyen öğretmen adayı’ sorunu devam ediyor
Türkiye’de 5 yıllık süreçte 197 bin civarında sözleşmeli öğretmenin kamu okullarına atandığını belirten Yalçın, 2020 yılının verilerine göre yeni atanan her beş sözleşmeli öğretmenden ikisinin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne atandığını kaydetti.
Öğretmenlik kaynağını oluşturan fakültelerin 2019-2020 öğretim yılında yeni kayıt sayısının yaklaşık 55 bin, 2018-2019 öğretim yılı sonunda mezun olanların sayısının ise 53 bin olduğunu ifade eden Yalçın, “2020 KPSS eğitim bilimleri testine 440 bin kişi girmiştir. Öğretmen atama sayıları ve öğretmen adayı sayıları dikkate alındığında ‘atama bekleyen öğretmen adayı’ sorununun önümüzdeki yıllarda da devam edeceği görülmektedir” şeklinde konuştu.
Ülkemizde öğretmen maaşları OECD ortalamasına göre oldukça düşüktür
“Öğretmen maaşlarına bakıldığında OECD ülkelerinde genel olarak okul öncesinden ortaöğretime doğru kademeler ilerledikçe öğretmen maaşları da artmaktadır. Türkiye’de ise öğretmen maaşları OECD ortalamalarından oldukça düşüktür. Ayrıca, OECD ülkelerinde kıdem arttıkça maaşlarda önemli bir artış görülürken, Türkiye’de kıdem arttıkça maaş çok az farklılaşmaktadır” diyen Yalçın, “OECD ülkelerinin çoğunda okul müdürlerinin derse girmesi beklenmemekle birlikte, OECD ülkelerinde toplam iş zamanına bakıldığında ortaokul müdürleri yıllık ortalama 1.628 saat çalışmaktadır. Türkiye ise 1.860 saat ile Şili’den (1.971 saat) sonra OECD ülkelerinde toplam iş zamanı bakımından ortaokul müdürlerinin yıllık ortalama çalışma süresi en uzun ülke konumundadır” ifadelerini kullandı.
Eğitime ayrılan toplam bütçe artmasına rağmen GSYH ve merkezî yönetim bütçesi içinde MEB’e ayrılan bütçe oranının düştüğüne dikkat çeken Yalçın, son yıllarda özellikle okul öncesi ve ortaöğretime erişim oranları artmasına rağmen eğitime ayrılan kaynakların oranında önemli bir azalmanın söz konusu olduğunu söyledi.
Öneriler
Ali Yalçın, raporda yer alan önerilerden bir kısmını şöyle sıraladı:
Son yıllarda erişim oranı artsa da özellikle ortaöğretim düzeyinde bölgelere ve cinsiyete göre farklılıklar olduğu görülmektedir. Bundan dolayı özellikle ortaöğretimde okullaşma oranının düşük olduğu dezavantajlı bölgelerde genel olarak okullaşma artırılmalı, özelde de kız çocuklarının okullaşmasını artırmaya öncelik veren projeler geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
Okul öncesi kademesindeki okullaşma oranı son yıllarda artmasına rağmen, halen ulusal hedefler ve OECD ortalamasından düşüktür. Bu kapsamda özellikle okul öncesi eğitim kurumlarının az olduğu yerlerde yeni okul öncesi kurumların açılmasına öncelik verilmeli ve sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı ailelerin çocuklarının okul öncesi eğitime katılımını artırmak için bu çocuklardan ücret alınmamalıdır.
Açık öğretimdeki öğrenci sayısı halen oldukça yüksek ve örgün öğretime alternatif olarak tanımlanmaktadır. Açık öğretim sistemi, başarısız öğrencilerin yerleştirildiği bir okul türü olmaktan çıkarılmalı ve yüz yüze eğitim imkânlarının kapasitesi artırılmalıdır.
İlköğretime göre ortaöğretimde, kızlara göre erkeklerde özel eğitim alan öğrenci sayısı fazladır. Kızlara ve ortaöğretim düzeyine öncelik verilerek, özel eğitim ihtiyacı olan çocuklara yönelik kapasite artırılmalıdır.
Bilim ve Sanat Merkezleri’nde (BİLSEM) kurum başına düşen öğrenci yoğunluğu dikkate alınarak öğrenci sayısı azaltılmalı, BİLSEM’lerin teknik ve fiziki altyapısı güçlendirilmeli ve insan kaynağının niteliğini artırıcı politikalar geliştirilmelidir.
Ortaöğretimden mezuniyet oranları artmasına rağmen Türkiye’deki mezuniyet oranları hâlâ OECD ortalamasının hayli altındadır. Lise mezuniyet oranlarını artırmaya yönelik çalışmalar sürdürülmeli, lise mezuniyet oranları düşük olan bölgelere yönelik daha etkin politikalar geliştirilmelidir.
Türkiye’de üniversiteye giriş sınavına başvuran ve yerleşen aday sayısı arasındaki makasın gittikçe açıldığı, son sınıf düzeyinde başvuran adayların ancak üçte birinin bir programa yerleştiği, her altı adaydan ancak birinin bir lisans programına yerleştiği, yükseköğretime yerleşmedeki sorunlu arz talep dengesinin ciddi oranda bozulduğu dikkate alınarak, yükseköğretim programları toplumsal talebi karşılayacak şekilde hazırlanmalı, özellikle lisans programlarına ayrılan kontenjanlar daha da artırılmalıdır.
Hem PISA 2018 sonuçları hem de yükseköğretime geçiş sınavı verileri, eğitim sisteminde önemli bir kalite sorunu olduğunu ve öğrencilerin temel bilgilere sahip olmadığını göstermektedir. Öğrencilerin bir üst sınıfa geçerken ya da mezun olurken temel bilgi ve beceriyi elde etmesi sağlanmalıdır. Bu anlamda öğrencilere destek sunacak sağlam telafi mekanizmaları ihdas edilmeli ve bu sistem etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
PISA 2018 verilerine göre lise türleri ve bölgeler arası başarı farkı aşırı büyüktür. Okullar arası hiyerarşinin azaltıldığı bir sistemin kurulması hedeflenmeli, bölgeler arası eşitsizliğin azaltılması için fiziki ve beşeri kaynakların dağılımında dezavantajlı bölgelere öncelik verilmelidir.
Türkiye’de genel ve meslekî ortaöğretim mezunlarının işsizlik oranlarının artması, istihdam oranlarının azalması, Türkiye’nin genel ve meslekî lise mezunlarının OECD ülkeleri arasında en düşük istihdam, en yüksek işsizlik ve istihdamda olmayan oranına sahip olması dikkate alındığında, meslekî eğitimin niteliğinde bir sorun olduğu görülmektedir. Bu nedenle, meslekî eğitimin niteliğini geliştirici ve istidam imkânlarını artırıcı etkin politikalar geliştirilmelidir.
Öğretmenliğe yönelik arz ve talep arasında önemli bir sorun var olmaya devam etmektedir. Bunun için mevcut öğretmen açığı dikkate alınarak yıllık atama sayıları artırılmalı ve öğretmen adaylarına gerçekçi kariyer hedefleri konulmalıdır.
OECD ülkeleriyle kıyaslandığında öğretmen maaşlarının düşüklüğü dikkate alınarak genel olarak öğretmen maaşları artırılmalı, özelde ise meslekî tecrübeye göre maaş artışını sağlayan bir sistem kurulmalıdır. Benzer şekilde Türkiye’deki okul müdürlerinin OECD ülkeleri arasında en düşük maaş alanlar arasında olduğu göz önünde bulundurularak okul müdürlerinin maaşları artırılmalıdır.
Okul öncesi kademesine ayrılan bütçe artırılmalı ve özellikle dezavantajlı bölgelerde okul öncesi kurum açılmasına öncelik verilmelidir.
Sınıf mevcudu ve öğretmen başına düşen öğrenci gibi hususlarda bölgeler arası eşitsizlikleri azaltmak için yeni okul ve derslik yapımı ile öğretmen atamalarında dezavantajlı bölgelere daha fazla öncelik verilmelidir.
Taşımalı eğitim yerine, öğrencilerin evlerine en yakın yerde eğitimin öncelendiği bir yaklaşım esas alınmalıdır.
Türkiye’nin özel harcamalardan kaynaklı olarak eğitimsel eşitsizliğin büyümesini engellemek, tüm çocuklara daha kaliteli ve eşit eğitim fırsatları sunmak için eğitime ayrılan kamusal kaynaklar artırılmalı, bu kaynaklar dağıtılırken dezavantajlı bölgelere öncelik verilmelidir.
Daha kaliteli bir eğitim hizmeti sunulabilmesi için öğrenci başına harcama miktarı 5 bin TL civarından en az 10 bin TL’ye çıkarılmalıdır.
Prof. Dr. Hasan Bozgeyikli, raporla ilgili detaylı bir sunum yaptı.