Yeni yüzyılda birey, toplum ve devletlerin birçok alanda olağan dışı bir değişim baskısı altında olduklarına şahit oluyoruz. İnsanların ihtiyaçları, öncelikleri, beklentileri ve hassasiyetleri belli merkezler tarafından belirlenmeye ve dayatılmaya çalışılıyor. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak çalışma hayatına ilişkin mühendislikler de yapılıyor. Yeni dünyada emekçiler, vahşi bir rekabet ortamında sermayenin merhametine daha fazla muhtaç hâle getiriliyor ve adeta yeni bir kölelik düzeni inşa ediliyor. Neoliberal kapitalist evrenin hiçbir sınır ve değer tanımayan, her şeyi metalaştırdığı, büyük ekonomik krizlerle büyüdüğü, küresel şirketlerin bulundukları ülkelerin çalışma düzenini belirlediği bir zeminde, emekçi için mücadelenin çok daha zor olacağını biliyoruz. Küresel güç odakları, sırf bu gerçeği biliyor olmayı bile kendileri için ciddi bir tehdit olarak görüyor.
28 yıllık sendikal deneyimimizin de altını çizdiği bir gerçeklik var: Küresel sömürü sistemi ve aygıtları, karşılarında sisteme kafa tutacak güçlü bir devlet de güçlü bir sivil toplum da istememektedir. Bu güçler elbette karşılarında, kolay manipüle edebilecekleri, çıkarlarına elverişli pasif ve uyumlu aparatlar olsun istemektedir. Çünkü bu dizayna müsait, sınırlarına çekilmiş ürkek ve uyumlu yapılar, yönetilmeye ve yönlendirilmeye son derece müsaittir.
Şu gerçeğin altını bir defa daha çizmekte fayda görüyoruz. ‘Örgütlü birey, güçlü toplum’, ‘güçlü memur, güçlü devlet’ söylemimizi kavi kılacak bir vizyona olan ihtiyacımız ülke olarak bugün dünden daha fazladır. Hak arayışı serüvenimizin başlangıç motivasyonunu ve yürüyüş ilkelerimizi oluşturan kök referanslarımız, bu zorlu yolculuğumuzda istikametten sapmamamızdaki en büyük güvencemizdir.
Bilmeliyiz ki bu nitelikli büyük gücü kendi varlıkları için tehdit gören odakların kem gözleri her daim üzerimizdedir. Bize atfedecekleri bir kusur, büyütüp kara çalmakta kullanacakları bir küçük siyah nokta bulmak için radarlarını teşkilatımıza çevirmiş durumdalar. Hoş, bizde kullanabilecekleri bir hata bulamadıklarında susup oturmayacaklar; iftira, tehdit ve şantajla kirli amaçlarına ulaşmaya, böylece itibar suikastıyla milletin güven ve teveccühünü sarsmaya çalışarak sendikamız gibi öncü ve toplumun dönüştürücü öznesi kurumları itibarsızlaştırarak gassal önünde bir meyyit gibi her tarafa sürüklenebilen yapılara dönüştürmek en büyük arzularıdır.
Bilginin dolaşım hızının baş döndürdüğü, yanlış bilginin gerçek bilgiden daha fazla yayıldığı çağımızda, algının olguya, zırvanın gerçeğe galebe çalması, hakikatin sahteye kurban edilmesi artık vaka-i adiyeden sayılır oldu. Biz de sendikal mücadelemiz sırasında, bu kirli tertiplerin çeşitli versiyonlarıyla teşkilat olarak sıkça karşılaşıyoruz. Geçmişte olduğu gibi şimdi de maskeledikleri yüzleriyle tezviratta bulunanların hiçbir zaman gerçek yüzleriyle karşımıza çıkacak cesaretleri olmadı. Çünkü güçlerini hakikatten değil, ahlaksızca kullandıkları aparatlardan, ahlaksız ilişkilerden, kötü amaçlara alet ettikleri makam ve mevkilerden alıyorlar. Kuşkusuz gizleme ve gizlenme ihtiyacı, hakikatin hilafına yaptıkları işlerin suçluluk duygusu sebebiyledir. Onlar da, maske arkasından yaptıkları operasyonlarda, adlarına tetikçilik yaptıkları odaklar da kaybetmeye mahkûmdur.
Geride bıraktığımız 28 yıllık süreçte teşkilatımız, her tür iftiraya, tezvirata, tehdide, şantaja rağmen eyvallah etmedi; kararlı adımlarla yürüdü, önce yetkiyi aldı, ardından zirvedeki yerini sağlamlaştırdı. Bu büyümeyi hazmedemeyerek çamur atanlar, sanal âlemde klavye şövalyeliğine soyunanlar, kamu kurumlarında işgal ettikleri makamları şantaj aracı yapanlar, başarı hikâyesi olmayınca ürettikleri yalanlarla kara propagandalara başvuranlar, dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de başarısızlığa, kaybetmeye, itibarsızca yaşamaya mahkûmdurlar. Çünkü unuttukları bir şey var: “Söylenen her yalan gerçeğe verilmiş bir borçtur ve bu borç er geç ödenir.”
Teşkilatımız, karalamalarla başarı elde edeceklerini zannedenlere, başarı için her yolu mübah görenlere, ‘çamur at, izi kalsın’ diyenlere prim vermedi, vermeyecektir. Biz biliyoruz ki haklı olanın sözü her zaman güçlü olacaktır. Teşkilatımız, dün olduğu gibi, bugün de dimdik durmak ve uyanık olmak zorundadır. Bunun için, 15 Mayıs’a kadar, yegâneleşen gücü taçlandırmak birinci vazifemiz olmalıdır.
Teşkilatımızın meziyetlerinden biri, dünyada yaşananları derinlemesine okuyup analiz edebilen yetkinliği; küresel ve yerel operasyonların hangi güç odaklarına hizmet ettiği bilincinde olan şuuru, ilkeli, kararlı duruşudur. Bu meziyet, teşkilatımızı hep uyanık ve diri tutmuştur.
Yüce ideallere sahip bir davanın mensupları olarak sadece üyelerimize ve kamu görevlilerine değil, ülkemize, ümmete ve insanlığa umut olmaya devam etmek için daha fazla çalışmalıyız. İlkeli ve kararlı duruşumuz ve teşkilatımızın güçlü şuuru, kararlı adımlarla güvenli yarınlara sürdürdüğümüz yürüyüşümüzün insanlık istikametinden sapmadan devam edeceğinin teminatıdır.
Kitabın, davanın, vefanın hakkını veren adam: Erol Battal
Ne rakipsiniz ne de refik
Devlet yalan söylemez!
Destanımıza yeni bir sayfa daha ekledik
Popüler kültürün kutsallarına kurban verilecek hayatlarımız yok
Her başlangıç yeni bir ruh, yeni bir heyecandır
Uluslararası sempozyumumuzun ardından
Yeni Bakan Avcı’nın Eğitimde Önceliği Ne Olmalı?
Eğitim sisteminin ihtiyacı tamir mi, imar mı?
Umudu yeryüzüne aşılamak için daha fazla gayret
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ DE NEYMİŞ?
Şiir ve Eğitim
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ